SORU: Sayın Kanca, bugün KANCA EL ALETLERİ ve DÖVME ÇELİK SANAYİİ A.Ş. olarak Türkiye’nin ve Balkanların en büyük kuruluşu durumundasınız. Birçok ülkeye ihracat yapmaktasınız. Siz Sürmene’deki küçük bir mağazadan bu günkü dev kuruluş haline nasıl geldiniz? Bize özetler misiniz?
CEVAP: Hakkı bey, ben lisede okuduğum 1950’li yıllardan fırsat bulduğum zamanlar mağazamızda çalıştım. Babam ve amcam ölünce dükkan tamamen bana kalmıştı. Ama ben sanayiciliğe, üretime karşı özel bir ilgi duyuyordum. 1955’li yıllarda İtalyan tipi elbise askısı imalatı yapan bir ortaklığı Sürmene’de kurduk. Ancak askere gitmem dolayısı ile 1956 yılında bu ortaklıktan ayrıldım. 1958’de askerden döndüm ve İstanbul’da 10 firma tespit ederek, Sürmene’de bu firmalara el yapımı keser göndermeye başladım. Kardeşim İbrahim’in yardımı ile Sürmene Yağmurlu köyünden ustalar alarak İstanbul’a geldim ve Topkapı’da bir işyeri kiralayarak keser imalatına başladım. 1967’de tamamen İstanbul’a taşındım ve bu yıllardan sonra tesviyeci mengenesi ve marangoz işkenceleri imalatına döndük. Tabi bunları yaparken birtakım zorluklar yaşadık. Ama çabalarımız sonucu her gün biraz daha büyüyorduk. 1975 yılında bugünkü fabrikamızın bulunduğu Güneşli köyünde bir arsa alarak 21 bin m² üzerine 6000 m² kapalı alanı olan bir sanayi tesisi kurduk. Ve el aletleri yanında dövme çelik sanayine de yöneldik. Otomotiv sanayi yan ürünü olan dövme çelik üretimi bugünkü üretimimizin %70 ini oluşturmaktadır ve bugün fabrikamızın kapalı alanı 12 bin m²ye ulaşmıştır.
SORU: Peki sayın KANCA, Türk sanayicinin bugün yurt dışındaki şansı nedir? Siz kimlere mal satabiliyorsunuz ve nasıl karşılanıyorsunuz?
CEVAP: Koloğlu, yeni fabrikamızda el aletleri imalatı ile otomotiv endüstrisine yönelik modern makinelerle üretim yapıyoruz. Bugün Batı Almanya. Yunanistan. İran, Irak, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’e ihracat yapmaktayız. Yurt içi ve yurt dışından çeşitli plaketler aldık. 20 yıldan beri yurt dışı fuarlarını izlemekteyiz. 4 defa Batı Almanya, 2 defa Rusya2da fuarlara katıldık.
Dört yıl önce fabrikamızı ziyaret eden Yotidis adında bir Yunanlı, fabrikamızı ziyaret ederken bana, Yunanistan’da metal sanayinde bizimki gibi bir kuruluş olmadığını söylediklerinde aklıma yıllar önce bana dert yanan bir hemşerimin sözleri geldi. Aynen şöyle demişti.: “ 1926 yılında Rumlar Yunanistan’a gönderilirken Türkler çok üzüldü. Zira bütün bakırcı, demirci, kalaycı ve terziler gitmişti. Kazmayı, çapayı, tavayı kim yapacaktı.”
Şimdi ise birçok ülkeye mal satıyoruz. Son yıllarda Türk Sanayii Avrupa’da para etmeye başladı. Bundan birkaç ay önce TAYSAD (Taşıt Araçları Sanayicileri Derneği) olarak Batı Almanya’ya davet edildi. Mercedes, Audi, Opel fabrikalarını gezdik. Avrupa fabrikasında bizi Türk bayrakları ile süslü pankartlarla karşıladılar. İnanın sevinçten gözlerim yaşardı. Ayrıca ziyaret ettiğimiz ve mal sattığımız Batı Alman Devlet Demir Yolları Fabrikası satın alma müdürü, bana ne dedi bilir misiniz? “10 yıl önce Türkiye’den yedek parça alıp makinelerimizde kullandığımızı söylesem benim işime son verirlerdi.” Buyurun Türk Sanayinin nereye geldiğine siz karar verin.
SORU: Peki sayın Kanca, 1940’lı ve 50’li yıllarda Sürmene’de Sanayi ve Ticaret ne durumdaydı?
CEVAP:Koloğlu 1940’lı yıllarda sanayi olarak Köprübaşı Bucağı’nda ahşap ayakkabı çivisi bu yöreden karşılanırdı. Ayrıca burada ahşap mutfak eşyaları ve kaşık, kepçe imalatı yapılıyordu. Yağmurlu köyünde demircilik, Cida’da bakırcılık gelişmişti. Soğuksuda bıçakçılık ve Sorgona, Kuşlukça, Balıklı, Hamandoz muhitlerinde balıkçılık ve gemi imalatı yapılıyordu. Romanya, Bulgaristan’a ve Akdeniz ülkelerine yük taşıyan ahşap gemiler yapılıyordu. 1940’lı 50’li yıllarda Sürmene başlıca geçim kaynağı gurbetçilikti.Halkın çoğu gurbete çıkar, Zonguldak’ta madenlerde İstanbul’da inşaatlarda ve taş ocaklarında çalışırlardı.
SORU: Peki ticaret ne durumdaydı?
CEVAP: Ticaret ve ekonomi çok dar durumdaydı. Çok acı bir durumdur, 1945’li yıllarda Sürmene’de bulunan 9 adet ekmek fırınından sadece bir tanesinin yandığını hatırlarım.
SORU: Sanırım o yıllar savaş yıllarıydı?
CEVAP: Tabi savaş yıllarıydı. Savaştan sonra iş hayatı açıldı ama, halkın alım gücü yine azdı. 1955 yılında Sürmene’ye çay geldi. Sahilden yukarılara doğru yayıldı. O yıllarda İstanbul’dan Bandırma’dan Mısır getirilip halka satıldı. Şimdi ise evlerde mısır ekmeği bulamazsınız.
SORU: Ben dedemden ve yaşlılardan duyardım. O yıllarda üretim alanı az olmasına rağmen, alan başına düşen fındık ve mısır miktarı fazlaydı. Şimdi ise büyük bir düşüş var. Bu düşüşün nedeni nedir?
CEVAP: Doğrudur, üretimde bir düşüş vardır. Biz 1961-62’lerde Nazım Bilgin Beyle Türkiye Ziraat Odalarının Sürmene Şubesini kurduk ve 1966’da İstanbul’a gelene kadar, odanın yönetim kurulu başkanlığını yaptım. Benim izlenimime göre ormanlarımızın muhafaza edilmeyişi, iklim şartlarına dolayısı ile üretime etki etti. Dağlardan aşağıya doğru orman yoğunluğu azaldı. Bunun başlıca nedeni de sakinlerimiz ormanlardan devamlı ağaç keser, bir tane bile dikmezlerdi. Ayrıca arazinin meyilli oluşu ve bugünkü çay üretiminde olduğu gibi araziye set vurulmayışı, devamlı yağmur ve erozyonla toprağın akıp gitmesine neden oldu. Arazi erozyonu Türkiye’ye yayılmış durumdadır. Ben uçaktan Anadolu’yu seyreder ve bu duruma çok üzülürdüm. Yok olan ormanlar araziyi bozkır bırakmış. Ben Düsseldorf’ta Alman Mühendisler Birliği’ne gittim. Adamlar bir ağaç için binayı küçültmüşler. Bu da Batılılarla aynı anlayışa sahip olmadığımızı gösteriyor.
SORU: Birde Sürmene’ye en son ne zaman gittiniz? Son gözleminiz nedir? Eskiye göre Sürmene’de neler değişmiş?
CEVAP: Şöyle izah edeyim, ben İstanbul’a gittiğim 1967’den sonra 40’lı 65’li yıllara göre Sürmene’de büyük değişiklikler var. Fakat ilçemizin en büyük talihsizliği oradan ayrılan varlıklı insanlarımızın, o yöreye yeterli ilgiyi göstermediğinden kaynaklanıyor. Buna rağmen, şehirde kordon boyunun düzenlenmesi, çay ve bakır fabrikalarının ilçeye kurulması göze batan değişikliklerdir. Yalnız çay ve bakır fabrikaları bir bakımdan ilçeye faydalı olurken diğer yandan zararlı olmuştur. Şöyle ki çay fabrikası ilçe merkezine kurulmuş ve gelişmeyi engellemiştir. Bakır sanayide denizde büyük kirlenmeye neden olmaktadır. Eğer güvenli bir filtre sistemi kurulmazsa, Sürmene denizi geçen yıl Marmara denizinde olduğu gibi kirlenecek ve toplu balık ölümleri olacaktır. 1960’lı yıllarda başlayan köy yolları inşaatı emniyetli değildir. Yapım zorlukları yüzünden ve arazinin engebe olması nedeniyle istenilen kalitede yol yapılamamaktadır. 1950’li yıllarda yapılan Sürmene-Köprübaşı yolu, 1990 yılında da o yıllardan farksızdır. 1990 Temmuz’unda yaylalara gittik. Ancak araziyi vitesli araç ile dolaşabildik. Radyo ve televizyonda çok gösterilen Sultan Murat Yaylası’nda turistik bir gelişme göremedim. Ama elektriğin yaylalara kadar gelmesi, Sultan Murat’tan yurt içi ve dışı telefon görüşme yapılabilmesi iyi şeyler. İlçenin gelişmesinde çayın katkısı da çoktur. Size bir anımı anlatayım: Bir gün Sürmene’de mağazamızda oturuyordum. Birisi gelerek hamsinin çok bol çıktığını söyledi. Mağazada oturan başka bir tanıdığa dedim ki: “Bak, burada boş tenekeler var, istersen para da vereyim. Şuradan bir teneke hamsi al.” Bana ne dedi bilir misiniz? Almayayım evde hamsi ile çok ekmek yeniyor.” İşte o günleri gören bizler, gelişme olmadığını nasıl söyleriz? Zira biz öyle günler yaşadık ki evlerde mısır ekmeği bile yoktu. Ama bugün evlerde istesek de mısır ekmeği yoktur. Halk o günlere nazaran çok iyi ama ferah her kesime yayılmıyor.
SORU: Peki Abdullah bey Sürmene’li bir iş adamı olarak, siz Sürmene için ne yapabilirsiniz? Daha açık söylesem, siz İstanbul’a bugün Türkiye’nin Balkanların en büyük El Aletleri ve Dövme Çelik Sanayi fabrikasını kurdunuz. Bunun daha küçük olanını Sürmene’ye kuramaz mısınız? Bu konuda bizi nasıl aydınlatırsınız? Sizce ekonominizdeki kaybı ne olur?
CEVAP: Bizim iş kollarına göre daha farklı kuruluşlara yönelmemiz gerekiyor. Şimdi buradaki fabrikamızın karşısına Metro denen büyük bir alış-veriş merkezi açıldı. Birkaç Km’lik yolu 45 dakikada gidip geliyoruz. Bu gibi nedenlerle artık şehir dışına çıkmak istiyoruz. 10-20 yıl için bütün sanayi öncelik sırasına göre şehir dışına taşınacak. Bizde Bilecik, Bolu, Eskişehir tarlalarına çıkmak istiyoruz. Daha doğrusu sanayimizde hammaddenin bulunduğu en yakın yere gitmek istiyoruz. Doğrusuda budur.
SORU: Peki üretim Sürmene’de olsa pazarlamasını buradan yapsanız nasıl olur?
CEVAP: Bakın efendim, biz binlerce ton ağırlığında dövme malzeme üretiyoruz. Otomotiv sanayinin yan kolu gibi çalışıyoruz. Bölgeden uzaklaştığımız taktirde şansımızı yitiririz. Hem binlerce ton malzemenin nakli bizim maliyetimizi fazlaca arttırır. Rekabet şansımız kalmaz. Ama biz orada başka ne üretebileceğimizi araştırıyoruz. Oğlumu Sürmemeye gönderdim. Dut ağacı yetiştirilmesini ve ipek böcekçiliğini araştırdı. Denemeye niyetimiz var.
SORU: Bakın Sürmene’de tanıdığımız bir ağabeyimiz sayın Kemal Koltuk var. Kendi köyünde bisiklet sanayinin tüm yan ürünlerini üretiyor.
CEVAP: Ama bakın bisiklet hafif malzeme, bizim malzemeyi düşünürseniz. Biz şu anda 15 bin ton mamul malzeme üretiyoruz. Bunun hammaddesi 20-22 bin ton eder. 7 bin ton malzemeyi Sürmene’ye nakledip geri getirmek imkansız.Benim kanaatim Karadeniz’de zımpara sanayini kurmak daha akıllıca. Sürmene’de diğer düşünülen bir konuda iş hayatının oturmamış olmasıdır. Sürmeneli iş adamlarının elbirliği ile çalışması dernek ve cemiyetlerin bunları teşvik etmesi gerekir. Yabancı işçi dövizleri ile beraber toplu kuruluşlar kurulabilir. Birçokları işçilerimizin çeşitli yollarla parasını aldılar ve batırdılar. Bir ciddiyetsizlik vardı onlarda yıllardır. Ama basın yolu ile bu teşvik edilebilir. Bu dövizler yönlendirilebilir.
Hakkı Koloğlu, Sürmene Postası, Sayı: 11, , Ekim 1990