KANCAOĞLU
MEHMET ÖZKAN
Koyuncular (Vadon ) Köyünde Kancaoğullarından Hacımahmutoğlu ailesinin Hacılar diye anılan bir ocakta, tüccar ve saygın bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Nüfus kayıtlarında 1326 doğumlu görünmesine rağmen, kendisi Rus işgalinde (1916) yedi- sekiz yaşlarında olduğunu şu olayla anlatır;
“ Aksu köyü Rumlarından Aleko kapıdan seslenince Dursun Bey ağabeyle kapıya çıktık. Aloko kendisine Rusların yemek için bir inek istediğini söyleyince, ağabeyim “ineklerin Komda olduğunu” ifade etti.. Bunun üzerine Aleko “ bana vermezler, bu çocuğu benimle yolla ki anlasınlar senin gönderdiğini “deyince, Dursunbey “ sen bu kaşkolumu al, onu gösterince sana ineği verirler” diyerek Aksu lu rumu yolcu eder. Ardından Kuş Ali, Hafızın Dursun, Kırkdişli ve Ahmet Kanca’dan oluşan bir ekiple Aleko’nun bu girişimi önler.Aleko münasip şekilde öldürülür. Böylece Rus işgali ile şımaran Asu Rumlarının Türk halkına verebileceği zarar ve taşkınlık, daha işin başında ciddi bir tepki verilerek durdurulur. O zaman ben yedi sekiz yaşlarında idim “ der. On bir kardeşin büyükten küçüğe altıncısıdır. Ev halkı ve diğer çalışanlarla beraber oldukça kalabalık bir ailede büyümüştür.
Sürmene ve Araklı’da ki birçok dükkanın ticari faaliyetlerini takip etmekten, Sürmene Belediyesi ve Ticaret odasındaki görevlerden yorgun düşen yaşlı dede Hacı Mehmet’in ölümünden sonra dünyaya gelen erkek çocuk olduğundan dedenin adını yaşatması için adını Mehmet koyarlar. Köyde eski yazıyla okuma yazma öğrendi. Ailenin ekonomik yapısının elverişliliği ve halkla iç içmeliği nedeniyle değişik yörelerden her sınıf insanın hemen her gün misafir olduğu bir evde, yörenin alimleri ağırlanırken, onların sohbet meclislerinin kıyısına ilişerek bilgilerini geliştirdi. Babası Hacı Recep’in ölümü, arkasından Rus işgali tahsil yapmasına fırsat vermedi.
1916 yıl mart ayının sonlarına doğru Sürmene, Ruslar tarafından işgal edildi. Aileye ait dükkanlar ve iş yerleri yağmalandı.,kumaş, zahire, gaz, tuz vs.. maddeleri de talan edildi. Ayrıca içinde o günkü ticari faaliyetin gerektirdiği ölçüde para ve kıymetli evrakın saklandığı dükkan yakıldı. Değerli evraklar, ticari defterler, alacak senetleri ve dede Hacı Mehmet’e ait olan Sürmene’nin yerel yönetimindeki, Ticaret Odasındaki hizmetlerine dair evraklarda yandı. Maddi ve manevi varlığın bir anda yok olması aile için tam yıkındı. Paralara el konmasının ötesinde alacak senetlerinin yanması çok büyük zarara sebep oldu. İşgal sürecinde ticari hayat da durdu. Satacak mal yoktu, dışarıdan da getirmek mümkün değildi. Halkın alım gücü yoktu. Aç ve sefil halk, elindeki tohumluk mısırı bile yemek zorunda kalmıştı. İşgal sonrası Osmanlı Hükümeti tohumluk için halkın “TUNA MISIRI” dediği mısırı Romanya’dan ithal edip halka dağıtmak zorunda kalmıştı.
Aile ile yöre insanları arasında nesiller boyu süren sosyal ve ticari ilişkilerin oluşturduğu, sevgi, güven ve bu duygulara dayanarak gidebilecekleri sıkıntılı günlerde ellerinin boş dönmeyecekleri kapı zorunlu olarak kapanmıştı. Aile reisi olan Dursun Bey, bu şartlarda ticari faaliyeti sürdürmenin mümkün olamayacağını görerek, zor bile olsa dükkanları kiraya verme kararı aldı. Aynı çağda buna benzer bir kararı bölgenin en varlıklı ailelerinden biri olana ve benzer bir sıkıntıya düşen Nemlizadeler de almak zorunda kalmıştı.
Bir Eylül günü on altı yaşlarında iken atıyla yayladan gelirken Ayluga üstünde kervan yolunda yıldırım çarpmasıyla sulara gömülür. Zol’lu (Konak köyü) genç bir hanım tarafından kurtarılır ve onunla ahret kardeşi olurlar.
Yirmili yılların sonu otuzların başında aynı zamanda köy muhtarıdır. Atatürk inkılaplarının uygulamaya konulduğu bu zamanlarda Trabzon Valisinin sert ve tavizsiz talimatlarına karşı ağabeyinin dostu olan Seveho (Ormanseven) köyü muhtarı İmam emicenin “ canını sıkma evlat, iş olacağına varır” sözünü hiç unutmaz.Bu sözü ilerleyen yaşında karşılaştığı sıkıntılı zamanlarda hep tekrarlardı.
Yemen savaşlarından itibaren şehit vererek hiç erkek evladı kalmayan Şehitler diye anılan bir evin tek ve şehit kızı olan Necibe hanımla 1927 yılında evlenir.Ve dokuz çocukları olur.
1938 yılında ağabeyi Dursun Bey ölünce ailenin yükünü yüklenir. “ Sofrası açık, ekmekçi “ geleneğini sürdürür. Dededen tüccar olan aile aynı zamanda sürü sahibidir de. Bu sayededir ki kıtlık yıllarında (1940 – 45) fazla sıkıntı çekmemenin yanında ihtiyaç sahiplerine de yiyecek ve dokuyup giysin diye yün gibi yardımlar yapılırdı.
Yörenin siyasi hayatıyla da ilgiliydi. İki dereceli seçimleri anlatırken “Güya halk bizi seçmiş gibi, bizde deredeki dükkanda oturup seçeceğimiz kişiyi kararlaştırırdık” derdi. Siyasetle ilgilenmenin milletin yararına olduğunu hep belirtirdi
Kendi okullarda okumamıştı ama eğitimin değerini bilirdi. Sıkı bir mücadeleden sonra, o zaman köy muhtarı olan yeğeni Hakkı Özkan ve Sürmene’de tüccar olan damadı Abdullah Kanca gibi iki gençle el ele vererek köye okul yaptırıldı. Çocukları karda kışta kilometrelerce yoldan kurtardılar. Bu sayededir ki kız çocuklarının tahsil imkanı doğdu. Milletvekili Selahattin Güven vasıtasıyla cami’ye kadro ve imam sağladı.
Türk örf ve geleneklerine çok özen gösterir ve bağlılık duyar, herkes “ had-i hareketini bilmelidir “ sözünü çok tekrarlardı. Büyük dedelerden itibaren kesintisiz uygulanan bayram ziyafetlerinin uyulması lazım olan töre ve gelenek olduğunu ısrarla söylerdi.
Eski Türk boy beylerinin verdikleri ziyafetlerde görülen halkın “ Han-ı yağma” sının örnekleri bu ziyafetlerde de görülürdü. Ziyafete katılanlar en azından bardak veya bir kaşık alıp giderlerdi. Bu hadise O’na mutluluk verirdi. Üzüldüğü nokta böyle şenliklere katılımın zamanla azaldığı idi.
İnsanlarla bir arada bulunmayı sohbet etmeyi mübalağaya varmadan kısa inandırıcı ve etkileyici bir konuşma tarzı vardı. Anlattıkları ve seviyeli şakaları ile her yaş insanın ilgi odağı olurdu. En az haftada bir gün Köprübaşı nahiyesinde gider oradaki dostlarıyla bir araya gelir, şakalaşıp özlem giderirdi. İhtilafları çözme yeteneği vardı ve mücadeleyi severdi. Dostlarının ona yakıştırdığı gibi “ erkan-ı harp” tı.
Yaşlılık yıllarında her yaz yaylaya çıkmayı çok severdi. Seslikaya dostlarıyla buluşma mekanıydı. Akşam eve dönüşünü ev halkı kadar komşu çocukları gözlerdi. Zira hiç eli boş gelmez, o çocuklara şeker veya kurabiye getirir ve sorardı “Bugün kim yaramazlık yapmış, yaramazlık yapana bir vurur iki sayarım ha” diye takılırdı. Hakikaten çocukları ve hayvanları çok severdi.
1983 yılı Haziran’ın da İstanbul’dan Sürmene’ye geldi. evine sağ salim varıp eşi ve çocuklarıyla görüştükten ve de yayla hazırlıkları için talimatlarını verdikten birkaç saat sonra yatağına uzanarak ruhunu huzur içinde teslim etti.
Merhum Mehmet Özkan sadece Koyuncular köyünde sevilen bir şahsiyet değildi. 80 yılı aşkın ömrü sırasınca çok gezmiş ve çok kimse ye iyilik etmiş olmasından dolayı dere köylerindeki orta yaşın üstünde insanların tanıdığı , hürmet ettiği ve Kancaoğulları ailesini sembollerinden biri idi.
Yazanlar:
Oğulları Hasan Özkan (Eğitimci) ve Hakkı Özkan (Bankacı). Torunu Alper Kanca (Sanayici)